Çaresiz bir ahmaklıktı hayalini yaşayabileceğini düşünmek. Çünkü hayal etmek bile canını acıtıyordu artık küçük kızın. Bedeninde koca bir kadını taşırken içi hala kutu kutu pense oynuyordu şimdi boşalan çocukluğunun kapı önlerinde. Hiçbir şeyi unutmama gibi bir arazı vardı Aslı’nın. İyileri de kötüleri de bir ajandaya not düşer gibi düşerdi kafasının sayfalarına. Ajanda hep açıktı ve bu Aslı’yı anlamadan inanılmaz yoruyordu.
Kimsesiz bir benlikte, içinin gitgide karanlığı yuttuğunu hissediyordu artık. Uzun zamandır ağırlaştıkça ağırlaşan duygularını artık o değil, duygular onu taşıyor gibiydi. İyimser konuşursak içlerinde bir parça gri bulunan simsiyah bir bavul gibiydi hisleri. İnsan kalbinin bir yerden düştüğünü hissedebilir miydi? Hissediyordu işte Aslı. Kalbini çıkarıp yumrukluyorlar, onu en derin uçurumlardan itmekten neredeyse zevk alıyorlardı.
Şimdi mütevazi yatağına uzanmış hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Uzun bir perşembe gününün son saatleriydi ve upuzun bir 25 senenin tüm hayaletleri bu akşam kalbine ve beynine yerleşmişti. Kimi pişti oynuyor, kimi yemeğini ses çıkararak yiyor, kimi şapırdata şapırdata kahvesini yudumluyordu. Aralarında ukalalar da vardı ona acıyanlar da. Bir siyah perdenin ardına saklanmış kadın siluetini anımsar gibi oldu Aslı. Derin bir yaranın iflah olmaz izleriyle dolu bir anıydı bu. Acı öyle büyüktü ki derine işlemişti ve diğer hayaletlere büyük bir utançla bakıyor gibiydi. Ayrıca üzgün bir hali de vardı.
Birden Aslı’nın telefonu çaldı. Heyecanlanıp yatağında doğruluyordu ki arayanın bugün onu terk eden erkek arkadaşı olmadığını fark etti. Ve tekrar kendini sıcak yatağa bırakıverdi. Yine de onun için üzülmekten kendini alıkoyamadı.
Siyah perdeler ve üzgün suratlı kendi hakkında uzun rüyalar gördü o gece. Ama umudu yoktu yeni günden. Yıllar önce umudunu kaybettiğini anımsadı. Umut mu onu kaybetmişti yoksa? İzinli olmasına rağmen ayaklarını sürüye sürüye kalktı. Şiş gözleriyle hızlı bir duş aldı ve ayakları onu bir zamanlar kıymet gördüğü tek kişiye götürdü.
Kapıyı araladı. Siyah perdenin önünde oturan kısa kır saçlı kadın dönüp baktı. “İlaç saatim geçti hemşire hanım.” dedi.
Aslı aldırmaz bir tavırla karşısındaki koltuğa kuruldu. Yüzü çaresizlik doluydu. “Merhaba anne. Ben Aslı. Bugün nasılsın? Ben yine kötüyüm.” dedi.
Aslı tüm umutlarını annesinin hafızasını kaybettiği sokakta bırakmıştı 10 yıl önce. Ve dışı kadın bedeninde içi bomboş yaşamak için çabalıyordu. Ama hayat eteğinden çekiştirip ona sürekli çelmeler atıyordu.
“Aldırmayın. Ben size ilaç vermeyeceğim. Hadi tavla oynayalım.” dedi. Kısa kır saçlı kadın hafifçe gülümsedi.