Mustafa’nın yalnızlığı oğlu Halil’le başladı. Halil’in yalnızlığı ise beşikten dünyaya sarkan diliyle. Mustafa ile Halil aynı gün, aynı kişi tarafından terk edildi. Halil ayrılığa “anne”, Mustafa ise “Nurten” dedi.
Nurten o sıralar para için her şeyi satmakla meşguldü. Bal tutan parmağı meşhur, balın nereden geldiği meçhuldü. Halil ise onun için acı bile değildi. Nurten’in defalarca dediği gibi otistikti.
Halil ağlamayı Nurten gidinceye kadar hayatın bir parçası zannetti. Dayak yemek ise evin krokisine göre her yere konumlandırılmıştı. Mustafa ülke gündemine odaklandığından Halil’in göz yaşlarından bir süre habersiz yaşadı.
Mustafa’yla Halil, Nurten’in bıraktığı enkazdan sağ çıktıktan sonra ellerinden bambaşka bir kadın tuttu. Halil üç senedir Nurten’i görmemesine rağmen zihninde hala toz bulutu vardı. Artık Mustafa’nın “Asude” diye seslendiği kadının omuzlarında dinleniyorlardı. Her ikisi de sanki yüz yıl koşmuş ve Asude’nin sevgiyle bakan gözlerinde buluşmuşlardı.
Asude, Halil’in zehirlenmiş zihnine panzehir uyguluyordu. Halil, Asude’nin hem merhametini hem de merhemini kalbine sürüyordu. Hayat üçü için de öğrenmekten ibaretti. Halil sevmeyi, dahası sevilmeyi öğreniyor; hayata karşı direniyordu.
Halil için otizm istiklal ve istikbal mücadelesiydi. Asude ise binlerce yıldır barışı ve huzuru sağlayan annelerden yalnızca biri.
Mustafa biliyordu ki; sevginin tarihi oğluyla başlayıp, Asude’yle devam ediyordu. Asude’nin gözlerinin içine bakarak “iyi ki soru işareti olarak kalmamışım ve iyi ki seninle başlamışım cümleye” dedi.
Asude ise “iyi ki sen, ben ve oğlumuz o cümlenin içindeyiz ve karnıma attığı tekmeyle ‘geleceğim’ diyen bir kelime daha yolda” dedi.
“Gelsin” dedi Mustafa. “adı Sevgi olsun.”