Köhne bir hastane odasında geçmişimi kuran adamla baş başayım. Onunla bir geleceğimiz olacak mı bilemiyorum. Kafamın içi bir tren garı gibi düşünceler hızla gelip geçiyorlar içinden. Fakat ben hiçbir trene yetişemiyorum. Tıpkı insanın hayata yetişemediği gibi. Çok değil daha bir sene evvel bugün oturmuş yeni bir yılı şarkılarla kutluyorduk. Mutluyduk demek fazla afilli gelse de kulağa “Mutluymuşuz” şimdi anlıyorum. Sıradan bir gece, sıkıcı bir sohbet, klasik yeni yıl geri sayımı… Bunlar bugün bana o kadar şahane anılarmış gibi geliyor ki. En azından şimdiki gibi rahatsız bir hastane koltuğunda, ağlamakla kahrolmak arasında bir yerde yeni bir yılı karşılamıyorduk. Ne hissedeceğimi bile bilmiyorum. Evde karım ve oğlum bekliyor ama ben gidemiyorum. Onu bırakamam. Ya bu onunla geçirdiğim son yılbaşıysa? Ve dahası ya bu onunla geçirdiğim son geceyse? Bunun ağırlığı sonradan koyar insana. Annemden biliyorum. Anneme son kez sarılıyor olduğumu bilsem o gün hiç onu bırakıp okula gider miydim? Kokusu hala burnumda. Canım benim. Karanlığa gömülmüş bir halde başında beklediğim benim hem babam hem de annem olan adam. Bana erkekliğin zerafetini, anlayışı, sevgiyi öğreten; beni okutmak için iki işte birden çalışan fedakar babam. Yarın ameliyat olacak. Bir yıldan beri onu kanındaki bir zehir kadar hızlı saran hastalığıyla mücadele ediyoruz hep birlikte. Ne zaman teşhis kondu ne zaman bu kadar çaresiz olduk hiç bilemiyorum. “Kanser” kelimesini duyunca bile irkilen insanlardık biz. Halkın sadece “ne beter illet” diyip durduğu o sinsi düşman babamı da bulmuş. İçtiğin su sana haram dercesine böbreğine yerleşmiş onun. Kemoterapiler zayıflattı hastalığı. Fakat tanıdığım dağ gibi adam da cılız bir fidana dönüştü. Onu böyle görmek çok zor. Ben de bir babayım ve artık babamı çok daha iyi anlıyorum. İyi ki varsın baba. Yarın o ameliyattan sağ salim çıkıp hastalığı yeneceğiz baba-oğul. Bunu düşünmek bile bir nebze olsun rahat nefes almamı sağlıyor. Babam uyurken bunları yazmak daha kolay.
Ameliyattan çıktı. Hayatta babam. Gülümsüyorum fakat çok gerginim. Babamın doktoruyla konuşmaya gidiyorum. Ayaklarım bir ileri iki geri gidiyor. Kötü haber duyacağım diye kulaklarım bile rahatsız. “Ne olur bir kere de hastalık değil hastalar kazansın bu savaşı! Ne olur Allah’ım” Yavaşça doktor odasının kapısına vuruyorum ve içeri giriyorum. Doktorun yüzünden hiçbir şey belli olmuyor. “Ameliyat… Başarılı… Nihayet… Çok iyi… Zorlu bir süreç… Çok dikkatli bakılmalı… Atlattı!” Kesik kesik duyuyorum. Elim ayağım birbirine giriyor. Sevinçten ne yapacağımı şaşırıyorum. Babam ile ben yendik bu illeti. Sonunda güneş bize de gösterdi yüzünü. Karanlıklar, kör kuyular, bilinmeze giden düşünce trenleri yok artık.
Günlüğümü okuyan 28 yaşındaki oğlum, 2 yaşındaki erkek torunum, 58 yaşındaki ben ve 78 yaşındaki babam gülümsüyoruz şimdi. Fakat babamın ve benim gözlerimizin arka bahçesi hep bir nebze hüzünlü.
Bu hikaye kanser ile mücadele edip kazanan, mücadeleyi bırakmasa da hayata yenilen, şu anda mücadele ediyor olan ve mücadeleye yeni atılacak olan tüm ailelere gelsin. Unutmayın kanser bile sevgimizden daha güçlü olamaz.