IŞIKLI AYAKKABI

İlker Tahsin Asker
İlker Tahsin Asker
5 Min Read
Yalnızlık

Asfalta düşen yağmur damlalarını fark edince kaldırdım kafamı. Evden çıkalı çok olmamıştı, ellerim ceplerimde havanın ayazına inat her şeyi boş vermişçesine yürüyordum. Gökyüzünün yağmuru haber etmesiyle koşuşturmaya başlamıştı insanlar, esnaflar kapı önündeki malzemelerini topluyordu. Pazar günleri çok fazla açık dükkan yoktu; Ahmet ağabeyin marketi, Recep ağabeyin kahvesi ve balıkçı Rıfat amcanın dükkanı dışında. Kısa süre içinde sokakları boşalmıştı Mavi Koy’un. Odamın penceresinden sonra yağmuru izleyebileceğim en güzel yer deniz kenarıydı. Kıyıya vardığımda damlalar gözyaşlarıma karışarak yanaklarımdan süzülüyordu.

Hikayenin başladığı yerde, dalgaların kıyıya uzanışını seyrettim bir süre. Tam bir sene önce yine burada babamın teknesini bekliyordum. Yakamoz ayak uçlarımda son bulurken, ılık bir meltem tenimi okşuyordu ve ben yorgun bedenimi soğuğa teslim etmeden diz çökmüştüm olduğum yere. Kaç saat bekledim bilmiyorum, gözümü açtığımda oturma odasındaki koltuklardan birinde uzanmış, baş ucumda elinde nane limon ile bekleyen annemi gördüm. Cevabını almaktan korktuğum soruyu bir solukta döküverdim dudaklarımdan “Babam nerede ?”. Annem gözlerini kaçırmaya çalışarak “İşi uzamış oğlum, gelecek yakında” dedi. Hiçbir bahane sekizinci yaş günümde gelmemesi için geçerli olamazdı. Çaresiz yorgun bedenimi yataktan kaldırıp, hayatında ilk defa bana yalan söyleyen kadına sarıldım.

Annemin elindeki bardağı alıp içtim. Anneme ne olduğunu sorduğumda, deniz kenarında rüzgara yenik düşen küçük bedenimi, beni almaya geldiklerinde fark etmişler. Yerde yarı baygın yatıyor ve gözyaşlarımı kumlara karıştırıyormuşum.

Çok geçmeden elinde bir pasta ile Rıfat amca içeri girdi. Bu kasabada ailemden sonra beni en çok seven kişi kuşkusuz oydu. Her yaramazlığıma karşın yine de beni korur kollar, hiç kimsenin bir tek tokat atmasına ya da bağırmasına izin vermezdi. Ahmet ağabey de dövmezdi ama çok bağırır ve küfür ederdi. Beni sevdiğini düşündüğüm birkaç kişi daha geldikten sonra üflemem için mumları yaktılar. Bir dilek tutmam söylendiğinde “Allah’ım ne olur babam çabuk gelsin ve bana ışıklı ayakkabıyı almış olsun.” deyip mumları üfledim. Babamla geçen ay şehre gittiğimizde, yere bastığın zaman topuğunda ışık yanan ayakkabılar görmüştüm ve doğum günümde bana alacağına söz vermişti. Verdikleri hediyeleri açmadım çünkü hiçbirinin içinde ışıklı ayakkabı olmadığını biliyordum. Herkes pastalarını yiyip, çaylarını içip gittiler ve ben gece uyurken babasız geçirdiğim ilk doğum günümün gözyaşlarını yastığıma bırakmıştım.


Sabah uyanır uyanmaz annemin arkamdan “Deniz oğlum bir şeyler yeseydin” diye bağırmasına aldırış etmeden sahile koştum. O gün ve onu takip eden üç gün boyunca her gün aynı yerde babamı bekledim saatlerce, annem gelip “Baban bir daha gelmeyecek” deyinceye kadar. Kendime geldiğimde Rıfat amca anlattı; babam bana ışıklı ayakkabıyı almak için şehre giderken, teknesinin dalgalara yenik düştüğünü.
Anneme kızmıyordum bana yalan söylediği için ama; eskisi gibi gülemiyordum artık. Sınıfın hatta okulun en başarılı öğrencilerden biri olduğum zamanlar artık yok oluyordu. Öğretmenler benimle konuşmak istiyordu, ben tek kelime etmeden başımı öne eğip uzaklaşıyordum. Ne kadar başarılı bir öğrenci olsam da, bütün okul benim aynı zamanda ne kadar yaramaz bir çocuk olduğumu biliyordu. Herhangi bir hadise yaşandığında hemen benim yanıma geliyorlardı ve sorgusuz sualsiz birkaç öğretmen bir araya gelip, konu hakkında bana nasıl bir ceza vereceklerini konuşuyorlardı. Hiçbir ceza umurumda olmuyordu benim, hatta okulun futbol takımından çıkardıklarında bile canım yanmamıştı.


Her zaman bana en yakın olan, okuldaki tüm sorunlarda benimle konuşup beni anlamaya çalışan müdür yardımcısı Kemal Derin beni odasına çağırdı. Benim çok zeki bir çocuk olduğumu, bütün bunların üstesinden gelebileceğimi, yaşıtlarıma göre çok daha güçlü olduğumu söylüyordu. Ben yerdeki fayansın kare şeklindeki yüzeyinden başımı kaldırıp; “Sizin babanız öldü mü?” diye sorduğumda, sekiz sene önce öldüğünü söyledi ve ekledi; “Bu döngü hep böyle devam edecek Deniz, babalar gidecek önce, sonra çocuklar büyüyecek baba olacak ve sıra onlara gelecek ama çocuklar babalarından önce gitmesin.” O babasını küçücük bir çocukken kaybetmemişti ve beni anlaması olanaksızdı. Beni nasıl sevdiği, benim iyiliğim için konuştuğu gözlerinden belliydi. Daha fazla üzülmesini istemediğimden “Tamam öğretmenim, kendimi toparlayacağım.” dedikten sonra çıktım odasından.

Günler haftaları, haftalar ayları kovaladı ve ben asla eskisi gibi olamadım. Işıklı ayakkabıyı annem aldı bana ama hiç giymedim. Pazar günlerini bir daha hiç sevmedim. Babamın beni yarım bıraktığı yerde onu özlüyorum. Bugün dokuzuncu yaş günüm ve babam yine gelmeyecek. ..

Bu İçeriği Paylaş
2 Comments