KADININ ADI YOK

Kezban Mert
Kezban Mert
9 Min Read
Erkek Egemen Toplum Sorunsalı

Sevgili Duygu Asena’nın Kadının Adı Yok adlı kitabını okuduğumda ortaokul çağındaydım. Tam olarak kaç yaşında olduğumu hatırlayamıyorum, o yaşta neden böyle bir kitap okuduğumu da bilmiyorum ama muhtemelen okul kütüphanesinden alıp okuduğum kitaplardan birisiydi. O yaşlarda adını sonralardan öğrendiğimiz ergenlik dönemindeyken biz kızlarda bir feministlik merakı vardı. Hoş, çoğumuz kelime anlamını bile bilmiyorduk, bilenler ise yanlış biliyorlardı, -Feminist; sanıldığı gibi erkek düşmanı değil, kadın erkek ayrımcılığına karşı olan kişi demektir- büyük olasılıkla ben de bu akıma kapılarak okumuşumdur bu değerli kitabı.

Kitabın genelini çok net hatırlamasam da aklımda kalan en belirgin sahne, küçük kızın babasıyla komşu kandının çıkardıkları garip seslere şahit olmasıydı. İlkokul sıralarındayken ben de bu tarz seslere tanık olmuştum. Tabii aramızdaki fark benim duyduğum sesleri komşu kadınla babamın çıkarmamış oluşuydu, böyle bir durum olsa psikolojim daha da altüst olur muhtemelen bu durumu kimseye anlatamadığım gibi nasıl başa çıkabileceğimi de bilemezdim. Zaten karakterlerden en çok üzüldüğüm bu küçük kız olmuştu. O zamanlar ne olduğunu anlayamasam da bu kitapla aklımda biraz şekillenmişti duyduğum sesler. Sanırım bilinçaltımda bu yüzden ayrıca yer edindi bu sahne. Bu kitapta anımsadığım kadının ne kadar değersiz bir varlıkmış gibi topluma ilmek ilmek işlendiği ve bir kadına yine en büyük kötülüğü başka bir kadının yapmış olmasıydı. Otuz yaşına geldiğim şu günlerde delicesine yeniden okumak istediğim kitapların başında geliyor Kadının Adı Yok. Ama bu sefer her satırın altını çizerek ve daha bir anlamını kavrayarak okuyacağım kesin.

Biz Türklerin geçmişinde ve geleceğindeki en önemli iki insan olan Hz. Muhammet ve Ulu önder Atatürk’ün çocuklardan sonra en çok kıymet verdiği kadınların, günümüz döneminde de adı yok diyebiliriz. Toplum gözünde maalesef; kadın denince akla ilk gelenler anne, eş, ya da değersizmiş gösterilen ama aslında en zor meslek olan ev hanımı geliyor. Biz kadınlar bile çoğu zaman tek başımıza bir birey olduğumuzu unutabiliyoruz. Hatta öyle ki bazı dönemlerde Cumhuriyetin kurulduğu o ilk yıllarda bile kadına bugünden daha çok değer verildiğini düşünebiliriz. Yirmi birinci yüzyılda yaşamamıza rağmen biz hala kadının giydiği kıyafeti, yaptığı işi ne kadar konuşması ya da ne derece gülmesi gerektiğini tartışıp duruyoruz. Hatta bazılarımızın cahil cesaretine kapılıp daha da ileri giderek kimin koyduğu belli olmayan abuk sabuk kurallar yüzünden etrafındaki kadınları kendince cezalandırmasına şahit oluyoruz. Bundan daha acı ve vahim olan ise çağdaş ve tarafsız hukukumuzun bu tarz hareketlerde bulunan kör cahillere gerektiği cezayı vermeyerek adeta bu tarz hareketlerin çoğalması için teşvikte bulunuyor olması.

Kutsal kitabımız kuranı kerimin “Cennet anaların ayakları altındadır” demesine ve Atatürk’ün “Şuna inanmak lazımdır ki, dünya yüzünde gördüğünüz her şey kadının eseridir.” demesine rağmen günümüzde kadının bu kadar değersiz oluşunu anlamakta gerçekten zorlanıyorum.

Yolda bir kadını çevirip sen nasıl bir kadınsın diye sorsam muhtemelen şaşırır bir süre cevap bile veremez. Sonrasında vereceği cevaplar genellikle ev hanımıyım, anneyim gibi başka başka kimliklere bürünür. Evet, bizler anneyiz, eşiz ama her şeyden önce kadınız. İyi bir eş, mükemmel bir anne olmaya çalışırken unuttuğumuz bir şey var. Biz önce kendimiz olmalıyız. Önce kendi varlığımızın bilincine varmalıyız. Kendi hayallerimiz ve amaçlarımız doğrultusunda kendimize bir hayat kurmalı ve onu yaşamalıyız. Başkalarının ya da hayatın şekillendirip önümüze sunduğu hiç istemediğimiz o hayatları yaşamak zorunda olmadığımızı hatırlamalıyız. Bekârken iyi bir evlat, evlenince iyi bir eş, sonrasında iyi bir anne elbette olacağız ama önce kendimizi mutlu edeceğiz. Kendi kişiliğimizin bilincinde olacağız. Kendi isteklerimizi, kendi hayallerimizi yapacağız ki mutlu bir birey olalım ve sonrasında diğer vasıflarımıza bürünüp ailemizi mutlu edelim.

Bir anne düşünün. Çalışan bir anne, kendine göre bir kariyer sahibi, hatırı sayılır bir maaşı ve iş yerinde yeterince saygın bir değeri var. Peki evde? Evde iş yerindeki kadar saygın bir değeri var mı? Bu annenin iki tane çocuğu var, sözde eşi de ona çok âşık, hiç üzülsün istemez, onun için her şeyi ama her şeyi yapar. Karısı onun için çok değerli. Ama bu anne tıpkı baba gibi akşama kadar çok yoğun bir şekilde çalışıp eve geldikten sonra iş yerindekinden daha yoğun bir şekilde çalışmaya devam ediyor. İş hayatındaki -sözde- eşitlik eve geldiklerinde nedense bal kabağı misali bozuluveriyor. Yemek yapıyor, sofra hazırlıyor, çocuklarını, eşini doyuruyor, sofrayı topluyor. Çocuklarının ödevlerini yaptırıyor, onların bitip tükenmek bilmeyen isteklerine cevap veriyor. Ertesi gün için okul eşyalarını hazırlıyor, onları uyutuyor ve evin geriye kalan tüm işleriyle ilgileniyor. Hafta sonu iki gün tatil olmasına rağmen bu iki gün boyunca da koşturmaya devam ediyor. Temizlik, çamaşır, ütü, yemek, çocukların ödevi, banyosu derken hiç dinlenmeden işe daha yorgun bir şekilde gidiyor. Adeta iş yerinde çalışırken dinleniyor.

Peki, anne bunları yaparken baba ne yapıyor? Baba da anne gibi işten geliyor, eline kumandasını alıp üçlü koltuğa uzanıyor. O koltuk babaya zimmetli, kimse oturamaz, en büyük koltuk onun hakkı… Sonrasında hazırlanan yemekleri yiyor, tekrar koltuğuna gömülüyor. Haftada en az üç dört gece dışarı çıkıp arkadaşlarıyla vakit geçiriyor. Hafta sonları ise mutlaka ama mutlaka dışarıda oluyor, eğer olur da ailesini dışarı çıkarmış ise her ne yapıyorlarsa oldubittiye getirip hızla ailesini eve bırakıp soluğu kahvede alıyor. Hafta sonları mütemadiyen kahvaltıdan hemen sonra çıkıp akşam şöyle bir aç karnını doyurmak için eve uğradıktan sonra soluğu tekrardan dışarıda alıp eve gece yarısından önce dönmüyor. Eğer bir aksilik olur da evde iki saatten fazla kalırsa of bunaldım, evde hapsoldum diye atara kalkarak soluğu dışarıda alıyor. Ama maratona hazırlanan bir atlet edasında oradan oraya koşturan karısına yardım etmek ya da onu mutlu etmek için en ufak bir icraatta bulunmak aklının köşesinden dahi geçmiyor. Oysa karısı çoğu zaman onun hafta sonları iki saat fazla kalmaya tahammül edemediği evden hiç çıkamadan pazartesi sabahı işe gitmek durumunda kalıyor.

Ee hani sen karını çok seviyordun? Onun için her şeyi yapardın? Çok kıymetliydi senin için. Neden sadece kendini düşündün? Neden karına yapılması gereken bu işlerde yardımcı olmadın? Sanki çocuklar bir ona aitmiş gibi, sanki tüm sorumluluk onunmuş da sen bir misafirmişsin gibi yaşadın bir ömür? Neden tüm bu görevler sadece kadına aitmiş gibi davranılıyor? Neden erkek çocuklarına kralmış muamelesi yapılırken kız çocukları bir hizmetçi havasında yetiştiriliyor? Bizim zamanımızın erkeklerinde pek göremedik ama benim gelecek nesilin erkeklerinden umudum var açıkçası. Daha doğrusu geleceğin erkeklerini yetiştiren, bugünün bilinçli annelerine güvenim var. Çünkü biz yeni nesil kadınları, yeni neslin bilinçli anneleri olarak erkek çocuklarımızı ağa, paşa, kral havasında yetiştirmiyoruz. Kızım sen eteğini ört deyip ensesine bir tokat yapıştırmadan, oğlum aç pipini göster demeden yetiştirilen her çocuk gelecek için birer umut ışığıdır. Ben inanıyorum ki bizim yetiştirdiğimiz erkek çocukları, geleceğin kocaları ve babaları olarak babalarından çok daha iyi bir iş çıkartacaklar. Annelerinin onlara öğrettikleri gibi eşlerine hayatın getirdiği sorumluluk ve görevler doğrultusunda omuz vererek destek olacaklar.

Ve inanıyorum ki bizim yetiştirdiğimiz erkek çocukları geleceğin babaları olarak çocuklarına daha ilgili, onlarla daha çok vakit geçiren ve onlarla oynayan babalar olacaklar. Babalarının yaptıkları gibi kendileri kahvede oturup çocuklarının onlardan habersiz büyüyüp gitmelerini izlemeyecekler. Gelecek nesillerin anneleri geçmişimizdeki anneler gibi ezilmeyecek, daha güçlü, kendinden emin, kendi ayakları üzerinde durabilen, erkek egemenliğine boyun eğmemiş, bilinçli kadınlar olarak yaşayacaklar. Her şey yine biz kadınların elinde, saygınlığımızı arttırmak ya da azaltmak, ne istediğimizi yetiştireceğimiz çocuklarla belirleyeceğiz aslında. Burada yukarıdaki bahsettiğim Atatürk’ün sözünü hatırlamanızı istiyor ve tüm kadınların geleceğimizi inşa ettiğini unutmadan yaşamalarını umuyorum.

Bu İçeriği Paylaş
Kezban Mert
Posted by Kezban Mert
Takip Et:
Gündüzleri rakamlarla savaşırken, geceleri, kelimelerle dans etmeyi seviyorum.
Yorumlar